"Kağıttan Kapılan" ve Türkiye: İlişkilerin Geleceği

Avrupa Birliği’nin başı dertte. Hem İngiltere’nin çık(ama)masının yarattığı belirsizlik, hem ekonomik durgunluk, rekabet gücü kaybı, hem sonradan katılan Orta ve Doğu Avrupa’nın standartları aşagiya çekmesi, tam uyum sağlayamaması, hem ABD ile ticaret savaşları, hem bazı üye ülkelerde demokrasiye aykırı otoriter, popüler çizgiye kayış, ırkçılık hem kurumsal reformda ayak sürüme.

Şayet AB, boğuşmakta olduğu bu sorunlarla baş etmeyi becerecek, ekonomik dev-siyasi cüce benzetmesinden kurtulacak, akıllı genişleyecek, yeniden cazibe merkezi olacaksa güçlü bir liderliğe ihtiyacı var. AB’nin stratejik beyni Birleşik Krallık kendisini dışarı atma peşinde, en güçlü ülkenin lideri Angela Merkel de yakında devre dışı kalacak.

AB yönetimi Kasım ayında el değiştirecek. Komisyon başkanlığı için AB’nin en küçük üyelerinden Lüksemburg’un eski başbakanı Jean-Claude Juncker’in yerine bir dizi adayın ismi dolaşıyor. Altı aday olduğunu duydum Brüksel’de: Alman Manfred Weber (European People’s Party), Hollandalı Frans Timmermans (Party of European Socialışts), Danimarkalı Margrete Vestager (Liberals), Ska Keller (European Green Party), İspanyol/Belçikalı Nico Cué (European Left) ve Çek Jan Zahradıl (European Conservatives and Reformişts). Başka sürprizler de çıkabilir.

Her zaman karşı çıktım (büyüklerin perde gerisinden yönetimine imkan veren) küçük üye ülkelerin zayıf adaylarının başkan seçilmesine. Söz konusu olan 513 milyonluk çeşnisi zengin dev bir kıtanın yönetilmesi. Ve de onun dünyanın geri kalan bölümü ile karmaşık ilişkileri.

Ne anlar 2 milyonluk bir kent devletini yönetmiş, arkasında güçlü bir başarı hikayesi olmayanlar bu işten. Belki demokrasi açığını giderme sevdasından vazgeçip Komisyon ve Avrupa Konseyi başkanlığını AB’nin başat üç ülkesinden birisinden seçmeli. Tabii ki, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Adalet Divanı ve benzeri gerekli “check and balance” mekanizmalarını unutmadan.

MAKALENİN DEVAMINI DERGİMİZE ABONE OLARAK OKUYA BİLİRSİNİZ...